12 Eylül 2017 Salı

Merhabalar!

Sayın okurlar, bu kitabı beğenip takip ediyorsanız, çok teşekkür ederim. 3-4 günde bir yeni bölüm gelecektir. Sağlıcakla kalın.

Bölüm 2 : Aile

Sabahın ilk ışıkları, karanlığı yenmeyi başardı. Bu büyük ve ihtişamlı şehir yine eski telaşına döndü. İnsanlar durmadan bir yerlere gidip gelmeye başladı. Sarayın içinde de aynı telaş vardı. Hizmetçiler durmadan duvarları temizliyor, aşçılar sabah kahvaltısını hazırlıyor, korumalar kılıçlarını sivriltiyor ve Sarayın hanımları, güzel elbiseleri deniyordu. Keanexl yatağından kalktı, saçlarını arkaya attı ve odadan çıktı. Bir hizmetçi onu bekliyordu, "Efendim," dedi. "Size musluğun yerini göstermemi istediler."

Keanexl gözlerini ovuşturdu, "Yerlerini biliyorum," dedi.

"Hayır, Efendim muslukların yerini değiştirdik, orası durmadan tıkanıyordu."

Hizmetçi önden yürümeye başladı, sarayın içinde uzun bir süre yürüdüler. Keanexl bu yürüme mesafesi boyunca duvarlara göz gezdirdi. Her duvarda farklı farklı oymalar vardı, saray yeniden yapılmış gibiydi. Yollar, kokular, oymalar ve  renkler hepsi değişmişti. Musluğa geldikleri zaman, Keanexl yüzünü suyla yıkadı, sonra ise aynaya baktı, uzun zamandır bakmıyordu, büyük kahverengi gözlerinin içi kan dolmuştu, bunun nedeni iki gün boyunca durmadan at sürmeleriydi. Sakalları uzamıştı. Hizmetçi, "Efendim," dedi "Kral sakallarınızı kesmemi istedi."

Keanexl, "Uzun zamandır kesmiyordum," dedi, sesinde huzursuzluk vardı, bu sakallar onun maskesiydi. Ancak kralın emrine karşı gelemezdi. Hizmetçi sakalları kestiği zaman sonunda gerçek yaşı görünmüştü. Bu 26 yaşındaki genç adam, kendisinden oldukça yaşlı kişilerden bile daha fazla şey yaşamıştı.

Sekiz yıl önce, askerliğe başlamıştı. Bir çok başarı kazanmış, Genç Canavar lakabına sahip olmuştu. Sadece tek bir yıl içinde, ülke içerisindeki tüm azılı suçluları öldürmüştü.

İlk büyük başarısını, Toer Uzunkaya'yı yendiğini zaman kazanmıştı. Toer, iki metre boyunda, oldukça cüsseli bir adamdı. İnsan Diyarında, en şöhretli katillerden biriydi. Keanexl'ı düelloya davet etmişti. Halk, Keanexl gibi bir suikastçinin, teke tek ve hilesiz bir düelloda öleceğini düşünüyordu. Ancak Prens Narba, ona inanıyordu.

Bir hafta önce kendisi için Toer'den bile güçlü olan Rolkah'ı yenmişti. Adam, kraliyet ailesine karşı büyük bir kine sahipti. İki ay önce adamın Babası, Kral Naraf tarafından dar ağacına yollanmıştı. Bunun üzerine Rolkah yandaşlarını toplamış ve bir gece gizlice şehre sızmıştı. Kısa süre içinde saraya kadar ilerlemişlerdi. Ancak Keanexl, bunu ön görmüştü. Şehir muhafızlarını sarayın dört bir yanına gizlice yerleştirmiş, sarayın girişinde Rolkah'ı bekliyordu. Adam saray kapısına geldiği zaman karşısındaki genci gördü. Büyük bir kahkaha attı.

"Bizi sen mi durduracaksın?"

Keanexl, hançerlerini çekti. Sakince rakibini beklemeye başladı.

Rolkah, gence doğru yürümeye başladı. Yandaşları da onu takip ediyordu.

Gece, oldukça soğuktu. Yürüme seslerinden başka hiçbir ses yoktu. Keanexl adamları süzüyordu. Adamlar da dalga geçermişçesine yavaş yavaş geliyordu. Bu arada Prens Narba işareti bekliyordu. Keanexl hançerini, havaya kaldırınca, arkasındaki muhafızlar ile birlikte, Rolkah'ın etrafını sardı. Rolkah önünü yararak Keanexl'a ulaştı. Ancak ömrü pek uzun olmadı. Suikastçi tek bir hamle ile bıçağını adamın beynine ulaştırmayı başarmıştı. Bunun üzerine Narba ona çok fazla saygı duymaya başlamıştı.

•••••••

Keanexl, Toer ile büyük bir arazide düello etti. Toer, ağır silahlar kullanmayı severdi. Bu savaşa da bir balta getirmişti. Keanexl ise küçük bir bıçakla düelloya katılmıştı. Onları izleyen yüzlerce kişi vardı. Herkes bu savaşın galibinin kim olacağını merak ediyordu.

Oldukça kısa bir süre birbirlerini süzdükten sonra Keanexl rakibine doğru koşmaya başladı. Aralarındaki mesafe pek uzun değildi. Kısa sürede Toer'in yanına vardı. Adam hiç hareket etmemişti. Onu bekliyordu. Genç, onun yanına vardığı an, adam baltasını Keanexl'a doğru salladı. Genç bu hamleden kolayca kaçmayı başardı. Ancak Toer'in bu kadar hızlı bir şekilde ikinci bir hamle daha yapacağını düşünmemişti. Adam, Keanexl'ın karnına çok sert bir tekme atmıştı. Genç, yere yığılmıştı. Bu adam öyle güçlüydü ki, bu tekme neredeyse gencin karnını delecekti. Adam, gence doğru yaklaştı. Bu tekme yüzünden artık ayağa kalkamayacağını düşünüyordu. Gencin yanına yaklaştı ve baltasını havaya kaldırdı. İnsanlar tedirgin bir şekilde izliyorlardı. Bu genç kahramanın ölümünün böyle biri yüzünden olacağına inanamıyorlardı. Güneş, sivri baltaya vurdukça balta parlıyordu. Öyle keskindi ki, yavaşça bile sallasa, Keanexl'ı ikiye bölebilirdi. Adam seyircilere doğru dönüp bağırdı.

"Beni izleyin! Kahramanınızı nasıl öldürdüğümü efsanelerinize yazın!"

Baltasını aşağı indirdiği zaman, gencin orada olmadığını gördü. Baltasını, topraktan çıkarmaya çalışırken, arkasından bir el kafasını kavradı. Adam ne olduğunun farkına varmadan, boğazından kanlar fışkırmaya başladı. Kimi seyirciler, bağırarak tezahüratlar etti, kimileri bu anın heyecanına dayanamadığı için bayıldı. Ancak sonunda Keanexl kazandı.

Toer, Rurtannar, Sodler, Büyükayak gibi bir çok güçlü adamı devirdi. Ancak bu suçlulardan en vahşisini, yakalamayı başaramamıştı. Ralaz Huark adlı bu katil, büyük bir çetenin lideriydi. İnsan diyarındaki tüm insanlar onun adını ve yaptıklarını duymuştu, onu hiç gören olmamıştı ama onun hakkında onlarca hikâye vardı. Kimileri onun Görkemli Adalardan olduğunu söylerdi, bu yüzden böyle korkunç derecede güce sahip olduğunu sanarlardı. Kimileri onun bir Drukteli olduğunu söylerdi, bu yüzden böyle vahşi olduğu düşünülürdü. Ama en sonunda Keanexl onun normal bir insan olduğunu öğrendi, sadece vahşi bir insan, ne çok güçlü ne de çok korkunç... Onun peşine düştüğü zaman, kendini bir kovalamacanın içinde buldu. Bu oyun kimsenin yararına değildi, ancak Ralaz hep bir adım öndeydi ve sonunda Keanexl'ın ailesini rehin almayı başarmıştı. Bu yaşlı anne ve baba, neden burada olduklarını bile bilmiyorlardı. Keanexl ise ailesine sahip çıkamadığı için, sinirden kendini kaybetmişti. Bu adamın ailesine neler yapabileceğini biliyordu. Bir kaç gün içinde, bir ulak Keanexl'a tahta bir sandık getirdi. Keanexl kutuyu açtığı zaman, yaşlı babasının, kafasını gördü. Babasının kısa ve beyaz saçları, artık kafasında yoktu. Hatta kafasının derisi bile artık yerinde değildi. Ralaz kafasının derisi yüzmüştü. Babasının koca burnu yumruk yemekten kırılmıştı. Ağzının içinde hiç diş kalmamıştı. Keanexl bu kafaya bakarken, ne olduğunu ya da nerede olduğunu hatırlamıyordu, Furan şehrinin en dolu sokağındaydı. Peki neden buraya gelmişti? Hatırladı,  kendine yeni bir hançer yaptıracaktı. Aklı onlarca düşünceyle dolmuştu. Fakat hiçbiri babası hakkında değildi. Beyni, bu anı yok etmeye çalışıyordu. Ancak başarılı olamadı. Keanexl, birkaç saniye sonra yere yığıldı. Hiçbir şey hissetmiyordum, sadece gözlerini kapatmak istiyordu ve hiç açmamak. İnsanların etrafına toplandığını gördü, biraz sonrasında ise hiçbir şey görmemeye başladı.

Uyandığı zaman kendini sarayda buldu. Prens Narba yanında duruyordu. Prense eğilmek için ayağı kalkarken, Narba onu durdurdu, "Olanları duydum," dedi. Sesindeki hüzün kolayca fark ediliyordu. Sesi eski görkeminde değildi. Artık boğuk çıkıyordu. "Bugün dünyanın en kötü günü olmalı, önce senin baban sonra benim babam ve şimdi ise yeni bir sandık."

Keanexl bağırarak, "Yeni bir sandık mı?" diye sordu. Sesindeki o korku, Narba'nın içini yakmıştı.

Prens, oldukça  kısık bir sesle, "Annen aynı şekilde öldürülmüş," dedi.

Keanexl o anda, dünyanın en umutsuz adamına dönüştü. Dili kurudu, bir şeyler söylemek istiyordu ama sesi çıkmıyordu. Ağlamak istiyordu ama gözlerinden damla düşmüyordu. Bu anda yapabilecek tek bir şeyi vardı, intikamını almak, ama ne intikamı düşünüyordu ne de Razal'ı. Sadece ailesi ile yaşadığı o güzel günleri aklına getiriyordu.

Bundan on üç yıl önce, babasının ona kılıç kullanmayı öğrettiği günleri, hatırlıyordu.

Ömründe ilk kez gerçek bir kılıç tutuyordu. Kılıcı sıkıca kavradı, ancak tek eli bu kılıcı havaya kaldırmak için, oldukça güçsüzdü. Sol eli ile kılıcın kabzasının alt tarafını tuttu, artık kılıcı birazda olsa kaldırabiliyordu. Bu metal kılıcın ağırlığı beş yaşındaki bir çocuk için çok fazlaydı. Ama bunu yapmak istiyordu, tüm gücünü kılıcı kaldırmak için harcadı, Kılıcı havaya kaldırdığı zaman iş daha zor bir hale gelmişti. O anda babası ona bir hamle yaptı, Çocuğun havadaki kılıcına kılıcı ile vurdu, kılıç çocuğun elinden düştü. Artık kılıcı kaldıramayacağını anlayınca, gözü duvarda asılı olan iki Hançere takıldı. Babası, "Bunları kullanmak ister misin?" diye sordu. Çocuk kafasını salladı. Bunları kolayca kullanabileceğini düşünüyordu. Hançerleri eline aldığında onları sıkıca kavradı, Babası el işareti ile kendine saldırmasını söyledi. Hızla, babasına doğru saldırmaya başladı. Hançerleri bir o tarafa bir bu tarafa sallıyordu. Babasının kaçınmasına bile gerek yoktu. Hiç bir hamle düzgün değildi, ancak çocuğun eli oldukça hızlıydı. Babası, "Bu hançerler artık senin," dedi.

Ertesi gün çocuk durmadan çalıştı. Bu hançerleri düzgünce sallamak için tüm gününü harcadı ancak hiçbir sonuç alamadı. Ertesi günde aynı şeyleri yaptı. Ancak hala gelişme kat etmiyordu. Sonra aklına bir fikir geldi, "Neden bir tahta bulmuyorum, boylece artık hamlelerinin bir hedefi olur." diye düşündü. Sonraki gün, Sonunda havaya sallamak yerine bir hedefe sallıyordu. Hamlelerinde ki gelişme artık gözle görülebilir boyuttaydı. Yaklaşık bir ay sonra babasına, "Artık geliştim," dedi. "Düello yapmak istiyorum."

Babası gülerek düelloyu kabul etti.

Çocuk hızla babasına saldırdı, Adam  artık, hamlelerden kaçınmak zorundaydı çünkü çocuğun hamleleri artık hedefine ulaşıyordu.

Prens Narba, "Kral da öldü," dedi.

Keanexl artık ne düşüneceğini bile bilmiyordu.

Narba'nın gözünden bir damla yaş düştü, " Ama o yaşlılıktan öldü," dedi hüzünlü bir şekilde. "Senin acının farkındayım, Genç Cel-" derken, Keanexl hızla araya girdi, "Bana o şekilde seslenme," diye bağırdı. "Artık benim bir lakabım yok. Hepsini kaybettim."

Narba gözündeki damlaları sildi, "Onu öldürdüğün zaman lakabını geri alacaksın," diye bağırdı. Sinirlenmişti. "Onu öldüreceksin, ama şimdi değil. Artık Kralın benim ve Kralının sözlerini dinleyeceksin."

Keanexl kafasını aşağı indirdi, Kralın sözlerini dinlenecekti ama Razal'ı öldürdükten sonra.

"Ben, Kralın olarak sana kendini eğitmeni emrediyorum. Seni çağırdığım zaman, intikamını almaya hazır olacaksın."

Keanexl güldü, artık eğitim yapabilecek gücü kalmamıştı. Sadece intikamını alması gerekiyordu.

"İntikamımı almadan, hiçbir şey yapmayacağım."

Narba koltuktan kalktı. Keanexl'ın yanına gitti. "Seni anlıyorum," dedi hüzünlü bir şekilde. Sesi düzelmeye başlıyordu. O boğuk ses, artık normale dönüyordu."Ama Razal artık burada değil. Cüceler Diyarında."

"Nereden biliyorsunuz bunu? Eminim hala saklanıyordur."

"Hekimlerim cesetlerin yaklaşık bir haftalık olduğunu söylüyor ve Sen yatarken onlara saldırdık. Onu bulamadık ama, yandaşlarına onun nerede olduğunu söyletmek için her türlü işkenceyi yaptık. İşkenceden sağ kalan herkes, onun gittiğini söyledi."

Keanexl yüzünü elleri ile kapattı. İntikamı yarıda kalmıştı. Ancak cüce diyarına gidebilirdi. Ayağı kalktı, "Eve gitmem gerek," dedi. "Eşyalarımı toplayacağım."

Narba, sevinçli bir sesle, "Sonunda," dedi. "Eğitiminden sonra sana büyük bir görev vereceğim. O görevi yaparken Razal'ı da bulacaksın."

Keanexl bir şey demeden, dışarı çıktı. Narba da Keanexl'ın ardından dışarı çıktı. Bu sırada yanına, kardeşi Selise geldi, "Olanları duydum," dedi. "Ona ne olacak?"

"Uzun bir süre kendini eğitecek."

Selise şaşkın bir şekilde, "Kendini mi eğitecek?" diye sordu. "Neden birini onu eğitmeni olması için yollamıyorsun?"

Narba eli ile, kız kardeşinin başını okşadı, "Bu diyarda, onu eğitebilecek kadar yetenekli biri yok."

Keanexl atına binip, cüceler diyarına doğru yola koyuldu.

Bölüm 1 : Furan Şehri'ne Dönüş

Atlı, atını dört nala sürüyordu. Toprak artık adını çamura devretmişti. Uzun zaman sonra gelen bu yağmur, atlının hızını bir hayli düşürmüştü. Etraf sessizdi, sadece atın nefes alıp verme sesi duyuluyordu. Yolda ne bir ağaç vardı ne de bir ev, tamamen boş bir araziydi. Taşların kırık tarafları, az önceki yağmur yüzünden su dolmuştu, hava düzelmeye başlayınca, kuşlar kendini gösterdi, biriken suları içmeye başladı, güneş yeniden ortaya çıktı. Atlı ise atından indi, büyük ve düz bir taşın üzerindeki oyukta biriken suyu yüzüne vurdu, kendine gelmişti. Uzun yol onu harap etmişti. Neredeyse iki gündür at üzerindeydi. Yol hiç bitmeyecek gibiydi, ancak bitmesi gerekiyordu. Bu oldukça önemli bir meseleydi. Atına bindi ve yola devam etti. Güneş kendini iyice göstermeye başladı. Ortalık tamamen aydınlandı. Sonunda kasaba görünmeye başladı. Çok az ev vardı, bir kaç da ahır. Atlı hızını biraz daha arttırarak kasabaya oldukça yaklaştı, yaklaştıkça kasabadan biraz uzakta bir ev gördü. Aradığı yeri bulmuştu, hızla oraya yakınlaştı.

Bir adam, karşısındaki tahta kuklaya bıçaklar fırlatıyor, okunu çekip en arkadaki kuklayı vurmaya çalışıyor bazen de kemerinde ki hançerleri çekip, kuklalara yakından saldırıyordu. Hepsini tamamladıktan sonra, yanındaki çuvalları kaldırıp indiriyor ve tabaktaki çörekten bir parça koparıp ağzına atıyordu. Atlı, kısa bir süre bu adamı izledikten sonra yanına giderek, "Efendim, siz Keanexl mısınız?" diye sordu.

Adam son bıçağını fırlatırken bu sözleri duydu, ama cevap vermedi, odaklandı ve bıçağını fırlattı. Bıçak kuklanın kafasına saplandı sonrasında ise adam dönüp, " Kim soruyor?" diye soruyla cevap verdi.

Atlı atından indi ve cebinden bir parşömen çıkardı, adam onu süzüyordu. Parşömeni uzattı, "Efendim, ben bir ulağım, Kral beni yolladı. Sizi çağırıyor," dedi.

Adam parşömeni aldı, parşömeni açarken, "Peki bu ulağın bir adı yok mu?" diye sordu.

Ulak, "Efendim, adım Ayaba'dır," dedi.

Adam parşömeni okumaya başladı, ulak bu arada bekliyordu, parşömenin tamamını okuduğu zaman, "Evet Ayaba, ben Keanexl'ım, ve hadi yola koyulalım," dedi.

Ulak Ayaga, hızla atına atladı, Keanexl ise evine girip, eşyalarını yanına aldıktan sonra evin arkasındaki, siyah atına binip, Ulağın yanına geldi, "Hadi Ayaba, yolu göster," dedi.

"Beni takip edin."

Aynı uzun yola tekrar koyulduklarında, yarım gün yol katettiler. Ayaba acıkmaya başladı, biraz daha ilerleyip bir ağaç gördükleri zaman atlarından indiler. Ayaba telaşlı bir şekilde, atın eyerini, karıştırmaya başladı, hiç yemeği kalmamıştı. Keanexl yanına yaklaşıp, "Merak etme yiyecek getirdim," dedi. Ayaba çok sevinmişti, sonunda karnına bir lokma birşey girecekti. Oturup, Keanexl'ın çöreklerini yediler, biraz oturup dinlenirlerken, bir ses duyuldu. Bağırma sesleri tüm arazide yankılanıyordu. Ulak telaşla atına doğru gidip, kılıcını yanına aldı, Keanexl ise hala oturuyordu, birden dört atlı oraya doğru gelmeye başladı. Ulağın eli titriyordu, atlılar oraya vardıklarında, atlarından indiler. Biri ulağa yaklaştı, "Yanında ne kadar altın var?" dedi.

"Hiç yok efendim, ben bir ulağım."

"Yalan söylediğini hepimiz biliyoruz, değil mi?"

Diğer üç kişi, "Evet!" diye bağırdı.

"Doğruyu söylüyorum Efendim, isterseniz beni arayabilirsiniz."

Ulak bu arada arkasına baktı, Keanexl'ın neden sesinin çıkmadığını merak etti. Arkasına tamamen baktığı zaman orada hiç kimse olmadığını farketti, Keanexl'ın bunlardan korkup kaçtığını düşündü, içini bir korku kapladı.

Adam " Kılıcın," dedi. "Sağlama benziyor."

"Bilmiyorum Efendim, kral bana bunu verdi, bu yolda başıma bir şey gelirse, kullanmam için."

" Başına biz geldik, o zaman kullan kılıcını."

Ulak daha çok korkmaya başladı, "Hayır," dedi. "Bunu alabilirsiniz efendim."

Adama kılıcını uzattı, adam sırıtarak, elini kılıca doğru uzattı, bu arada arkada bazı sesler gelmeye başladı. Adam kafasını arkaya çevirince, adamlarının yerde olduğunu gördü, Keanexl elinde kanlı iki hançer ile, kendisine doğru bakıyordu, Hızla Ayaba'nın kılıcını alırken, Keanexl, adamın boğazını tek hamlede kesti. Ulak bu anları, izlerken heyecandan ölmek üzereydi, ilk kez ölümle bu kadar yan yanaydı, daha 16 yaşındaydı, ilk mücadele deneyimini bu yaşlarda yaşaması oldukça kötü bir durumdu ama Keanexl onu kurtarmıştı.

Keanexl hançerlerini temizleyip, ceplerine koydu sonra ise cesetleri aramaya başladı. Ulak hala şoku atlatamamıştı, Keanexl cesetlerden eşyaları topladıktan sonra ulağa bir tokat attı, ulak sonunda kendine gelmişti. Kılıcını eyerine koydu ve atını hazırladı, hiçbir şey söylemiyordu. Sanki dili yokmuş gibiydi. Keanexl ise, bu anda susmayı tercih etti, zaten çok konuşmazdı da.

Yola koyuldular, yaklaşık iki gün boyunca durmadan at sürdüler, çok yorulmuşlardı, ulak bazen atın üzerindeyken uyuya kalıyor, attan düşecekken uyanıyor ve ipe doğru sıkıca sarılıyordu. Bu uzun yolculuk, hiç bitmeyecek gibi görünüyordu. Güneş, bazen ortadan kayboluyor, bazen görkemiyle kafalarını yakıyordu. Bulutlar, bazen güneşi kapatıyordu, bazen Oru gezegenini kapattığı bile oluyordu, onun gibi büyük gezegenler bile bulutlar tarafandan, gökyüzünden silinebiliyordu. Bazen, arazi, tamamen sessizlikle bürünüyor, bazense kuşlar durmadan ötüyordu, bu uzun yolculuk kendini onlara o kadar alıştırmıştı ki, ne zaman yolculuğa başladıkları, ya da ne zaman biteceği gibi bilgileri düşünmemeye başlamışlardı. Ulak geçen seferde aynı yolu gelmişti, ancak bu sefer, oldukça farklıydı, durmadan hava koşulları değişiyor, Oru ve Güneş ortadan kayboluyor. Karanlık gün ortasında çöküyordu. Belki de buna sebep olan Tanrılardı, belki de yeni bir Kıtalar Savaşı'nın gücüydü.

Bu bitmeyen yol, sonunda bitmişti. Şehir uzaktan görünmeye başlamıştı, yaklaştıkça duvarların uzun zamandır ayakta olduğu için, neredeyse yıkılacak gibi durduğu görünmeye başlandı, Bu şehir en az bin yıldır buradaydı, bu duvarlarsa şehri ayakta tutan tek şeydi.

Keanexl, "Furan şehri," dedi. "Seni görmeyeli uzun zaman olmuştu."

Kapıya yaklaştılar, korumalar kapıyı açtı ve şehre girdiler. Şehrin içinde her zaman ki gibi bir telaş vardı herkes bir şeylere yetişmeye çalışıyordu, birileri atını durmadan kırbaçlıyor, birileri koşa koşa evine giriyor birileri ise, durmadan eşya satın alıyordu, Kadınlar elbiselerini durmadan değişiyor, Erkekler yeni içkiler arıyor, çocuklarsa tahta kılıçlarla savaşıyordu işte Furan Şehri buydu, savaş anında bile asla bu hali değişmezdi, herkes aynı şeyleri durmadan ve telaşlı bir şekilde yapardı. Şehir pek güzel kokmuyordu, savaş yüzünden sokaklar unutulmuştu, bu nedenle sokaklar çok kirlenmişti. Geçen seferkine oranla daha büyük evler yapılmıştı, ama hiçbiri sarayın boyuna yetişememişti.

Ulak öne geçerek, "Beni takip edin," dedi.

Bir süre aynı sokakta yol aldıktan sonra farklı bir sokağa döndüler, bu sokak diğerinden daha kirliydi, insanlar ellerinde bıçaklarla geziyordu, yerlerde kurumuş kanlar vardı.

Ulak, "Efendim," dedi. " Burada dikkatli olun, burası şehrin en tehlikeli bölgesi"

Keanexl kafasını salladı ve etrafına göz gezdirdi, herkes belalı gibi gözüküyordu, yerler kırık bira şişeleri ile dolmuştu, kırık olmayan şişeler ise insanların, su şişesi oluyordu. Herkes fakirdi ama hiçbiri aç değildi. Yiyecek bir şeyleri her zaman bulurlardı. Keanexl kafasını sola çevirdi, birileri kavga ediyordu. İki genç, Yaşlı bir adamla tartışıyordu, Keanexl atını o tarafa doğru çekti, İki genç, seslerini biraz daha arttırmaya başladılar, adam sonunda kabul edip yatağındaki eşyaları çıkardı, gençler adamın eşyayı vermesini bekliyordu. Yaşlı Adam arkasını döndü ve kirli ve yırtık bir beze sarılı eşyayı onlara doğru uzattı, Gençler eşyayı alacakken, Yaşlı adam diğer elindeki bıçağı hızla solundaki gencin karnına sapladı, Keanexl olanları dikkatle izliyordu, büyük bir soğukkanlılıkla. Soldaki genç, başını hızla karnına doğru indirdi, bıçağa baktı, bu eski ve tahtadan yapılma sapa sahip bıçak, karnında öylece duruyordu, sağdaki genç, hızla bıçağını çekmeye çalıştı, ancak yaşlı adamın diğer elindeki bezi hiç hesaba katmamıştı, adam bezi hızla çekti ve aynı bıçaktan bir tane daha ortaya çıktı. Soldaki genç, kan kaybından şuurunu kaybediyordu, sağdaki genç ise hala bıçağını çekmeye çalışıyordu, bu arada yaşlı adam diğer elindeki bıçağı adamın boğazına sapladı, bu hamleyi o kadar hızlı yapmıştı ki, sağdaki adam bunun fark etmemişti bile. Gençlerin ikisi de biraz sonra yere yığıldı, yaşlı adam ise yatağına uzandı. Keanexl atının başını çevirdi ve Ayaba'nın yanına gitti. Sonunda bu sokaktan çıktılar, biraz daha ilerledikten sonra saraya vardılar.

Sarayın kapısındaki korumalar, ulağı gördükleri için sevindiler.

"Kral seni bekliyordu, acele et."

Ulak ve Keanexl atlarından inip, saraya girdi. Hizmetçi bir kız, onları alıp bir odaya getirdi. Keanexl'a "İçeri girin," dedi.

Keanexl kafasını ulağa çevirdi, "Peki ya o?"

"O gelemez Efendim."

Ulak başını salladı.

Keanexl içeri girdiğinde, odanın muazzamlığını farketti. Saray başlı başına muhteşemdi, duvarlar oymalar ve resimler ile doluydu, yerler temizdi. İçeriden güzel kokular geliyordu. Bu oda ise, saraydan kat kat daha güzeldi, içeride birkaç tane koltuk vardı, koltuklar deriden yapılmıştı. Duvarda bir ayı postu vardı, tam karşısındaki şömineden gelen çıtırtı sesleri, odayı dolduruyordu. Zemin sıcaktı ve en önemlisi de, masada yiyecek koca bir tabak vardı. Keanexl bunları incelerken, koltuklardan birinde oturan Kral, ayağa kalktı, "Eğitimin nasıldı?" dedi.

Keanexl diz üzerine çöktü. "Kralım," dedi. "Kesinlikle umduğundan daha fazlasını kazandım."

Kral elini havaya kaldırarak, Keanexl'ın kalkmasını işaret etti, "Sanırım zaman geldi," dedi. "Kıtayı kaybetmeden önce, ağacı bulmalıyız"

"Ağacın var olup olmadığını bile bilmiyoruz."

Kral masayı işaret etti, "Otur ve bunları bitir," diye emretti. "Kurt gibi acıkmış olmalısın."

Keanexl masaya oturdu, yemekleri yemeye başladı.

Kral şöminenin üstündeki şişeden Keanexl'a içki doldurdu, içkiyi masaya bıraktı, "Tek şansımız bu," dedi. Sesinin tonundan umutsuzluğu fark ediliyordu. Keanexl çok şaşırmıştı. İlk kez kralı umutsuz görüyordu. "Gidip onu getireceksin, bu akşam burada dinlenecek sonrada en iyi adamlarından istediğin kadarını yanına alacaksın."

Keanexl hızla eti yiyordu, bu koca et parçası o kadar iyi pişmişti ki. Kral güldü, "Gerçekten çok acıkmış olmalısın," dedi.

Keanexl ağzındaki lokmayı yutunca, "Bu et," dedi. "Çok güzel olmuş."

Kral daha büyük bir kahkaha attı, "Senin için yaptırdım." dedi. "Yemeğini bitirdikten sonra hizmetçi seni odana götürür."

Kral odadan çıktı, Keanexl ise hızla yemeğini bitirip odasına çıktı. Odasında, bir yatak, iki koltuk ve bir masa vardı. Yatağına uzandı, yatak o kadar yumuşaktı ki, bir kaç dakika sonra uykuya daldı.

Merhabalar!

Sayın okurlar, bu kitabı beğenip takip ediyorsanız, çok teşekkür ederim. 3-4 günde bir yeni bölüm gelecektir. Sağlıcakla kalın.